Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Birpınar: Paris Anlaşması’nda ‘hakkaniyet’ arıyoruz

16 Mayıs 2021

Kanaat Önderleri’nde bu hafta Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın sorularını yanıtladı. Birpınar, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na imza koymayan 6 ülkeden biri olmasıyla ilgili, “Temel gerekçemiz ülkemizin hakkaniyetli bir konumda yer alması talebimizdir.” dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Mehmet Emin Birpınar, “Gündem Özel” sorularımızı yanıtlarken, “Artık iklim değişikliğinin en büyük küresel risklerden biri olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Doğal afetlerde artış, aşırı hava olaylarının sayı ve sıklığının artması, buzulların erimesi, su kıtlığı, gıda kaynaklarının zarar görmesi, bulaşıcı hastalıklar gibi sonuçlar tüm insanlığa iklim değişikliği sorununun gerçek olduğunu gösteriyor. İklim değişikliği sorununun insan kaynaklı olduğu yüzde 95 kesinlik oranıyla ortaya konuldu” dedi. Prof. Birpınar, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na imza koymayan 6 ülkeden bir olmasının gerekçesini şöyle açıkladı: “Anlaşmaya dair temel itirazımız ve sürdürdüğümüz müzakerelerdeki temel gerekçemiz; ülkemizin hakkaniyetli bir konumda yer alması talebimizdir.” Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı, T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Mehmet Emin Birpınar’a sorularımız ve yanıtları şöyle:

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İNSAN KAYNAKLI

Siz T.C. İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak uzun süredir iklim değişikliği konusunu gündemde tutmaya, Türkiye’de de bu bilincin oluşmasına katkıda bulunmaya çalışıyorsunuz. Dünyanın önde gelen ülkeleri, toplanan iklim zirveleri, alınan kararlar, derken aksiyon almaya, küresel ısınmayı biraz olsun frenlemeye çalışıyor. Bu konuda son 10 yılda atılan adımlar ne kadar işe yaradı? Dünya, iklim değişikliği ile mücadele konusunda ne kadar yol alabildi?

Kamuoyunun iklim değişikliğine olan ilgisi özellikle son yıllarda artış gösterse de aslında 30 yıldır Birleşmiş Milletler çatısı altında ülkeler her yıl bir araya geliyor.

Bu süreci özetleyecek olursak, 1992’de kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile doğrudan uluslararası bir çerçevenin oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

İklim değişikliğiyle mücadelenin genel ilkelerini içeren bu Sözleşme kapsamında önce Kyoto Protokolü, ardından 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Tarafl ar Konferansı’nda kabul edilen Paris Anlaşması, bu ilkelerin nasıl hayata geçirileceğini gösteren belgeler olmuştur.

Geldiğimiz noktada dünyanın iklim değişikliği ile olan mücadelesinde başarılı olduğu noktalar kadar başarısız olunan pek çok konu bulunmaktadır.

Öncelikle iklim değişikliğinin en büyük küresel risklerden biri olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Sorunu kabul etmek çözüme ulaşmanın ilk ve en temel adımıdır.

Doğal afetlerde artış, aşırı hava olaylarının sayı ve sıklığının artması, buzulların erimesi, büyük çaplı orman yangınları, su kıtlığı, gıda kaynaklarının zarar görmesi, bulaşıcı hastalıklar gibi sonuçlar zaten tüm insanlığa iklim değişikliği sorununun gerçek olduğunu gösteriyor.

Bilim insanları da yaptıkları bilimsel çalışmalar ile bunu kanıtlarıyla ortaya koymuş durumda. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 2014 yılında yayımladığı 5. Değerlendirme Raporu’nda iklim değişikliği sorunun gerçek ve insan kaynaklı olduğunu yüzde 95 kesinlik oranıyla ortaya koydu. O nedenle çağımızda yaşanan iklim değişikliğine antropojenik yani insan kaynaklı iklim değişikliği deniliyor.

Ancak, iklim değişikliğini artık sadece bir sorun olarak nitelemek yetersiz kalıyor. BM Genel Sekreteri bunu iklim krizi olarak ifade ediyor. Böyle denmesinin sebebi yaşanan süreçlerin büyük etkilerinin olması. Milyonlarca insan hayatını kaybetti, felaketlerin ekonomik maliyetleri ise trilyon dolarlarla ölçülüyor. Acil eyleme geçilmesi ve iklim değişikliği ile eldeki tüm imkânlar ile mücadele edilmesi gerekiyor.

Uluslararası iklim rejimi günümüze kadarki süreçte emisyonların azaltımını öncelikli konu olarak ele aldı. Enerji verimliliği, yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji gibi konularda her ülkenin kendi çapında çalışmaları var. Ne var ki, iklim değişikliğinin başlıca sorumlusu olan sera gazı emisyonlarının henüz pik yapmadığını görmekteyiz, yani artış devam ediyor.

Öte yandan, iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan, kaçınılmaz ve kimi zamanda öngörülemeyen etkilere uyum sağlamanın temel bir öncelik olduğu da uluslararası toplum tarafından anlaşılmış durumda.

Sera gazı azaltımı ve uyum çalışmaları iklim denkleminin iki önemli ve eşit parçası. İklim değişikliğine uyum kapsamında kentsel dirençliliğin sağlanması, yeşil altyapılar ve doğa temelli çözümler, su yönetimi, sürdürülebilir tarım uygulamaları, tek sağlık yaklaşımı gibi sayıları artırılabilecek pek çok konu ele alınıyor.

İklim değişikliği ile mücadele çok yönlü, çok paydaşlı ve uzun soluklu bir yol. Atılan adımların ne derece sonuç vereceğini zaman gösterecektir. Başarıya ulaşabilmenin yolu ise ancak uluslararası işbirliğine dayalı, hakkaniyetli ve sürdürülebilir bir yaklaşımın benimsenmesi dâhilinde mümkün olabilecektir.

TÜRKİYE’NİN SERA GAZININ YÜZDE 72’Sİ ENERJİDEN

Türkiye, 2012-2030 arasında 1 milyar 920 milyon ton sera gazı emisyonunun engellenmesini hedefliyor. Bu hedefin hayata geçmesi için neler yapılıyor? Nasıl bir strateji izlemek gerekiyor?

Bugün Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonlarında en büyük payı yüzde 72 ile enerji sektörü alıyor. Ardından sırasıyla tarım, endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı ve atık sektörü geliyor.

En büyük emisyon kaynağımız olan enerji sektöründe yaptığımız çalışmalar ile yenilenebilir 

enerji kapasitemizi her geçen gün artırıyoruz. Yenilenebilir enerji kurulu güç kapasitesinde Avrupa’nın 5’inci, dünyanın 12’nci ülkesiyiz.

Ülkemizde, 2020 yılı yenilenebilir enerjide rekorların yaşandığı bir yıl olarak tarihe geçti. 8 Nisan 2020 günü elektrik üretimimizin yüzde 75’i yenilenebilir kaynaklardan sağlandı. 2020 yılı Nisan ayının tamamında ise yenilenebilir kaynakların elektrik üretimindeki payı yüzde 66’ya ulaşarak rekor kırdı.

2013 yılından bu yana yenilenebilir kurulu gücümüzü ikiye katlamış durumdayız. 2020 Aralık ayı sonu itibarıyla ülkemizde kurulu gücün yüzde 52’sine karşılık gelen 50bin MW’ı yenilenebilir kaynaklardan oluşmaktadır. Hedefl erin hayata geçirilmesinde iklim değişikliğine uyum yol haritalarının varlığı da oldukça önemli. Bu yol haritaları ise her ölçekteki İklim Değişikliği Eylem Planları ve Strateji Belgeleridir. 2010 yılında Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi ve 2011 yılında da Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı 2023 yılı hedefiyle hazırlanmıştır. Bu çalışmaların yanı sıra Türkiye İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı’nı da 2011 yılında hazırlamıştır.

Söz konusu Strateji ve Eylem Planlarının orta (2030) ve uzun vade (2050) hedefl eriyle güncellenmesi için ise çalışmalara başlanmış durumdadır. Her coğrafi bölgenin kendine özgü koşullarının analiz edilerek, sektörler bazında iklim değişikliğinin olası etkileri bağlamında yedi coğrafi bölgemizin tamamı için Bölgesel İklim Değişikliği Eylem Planlarını hazırlamış durumdayız.

İklim değişikliğiyle mücadelede yürütülen çalışmaların ve çabaların başarıya ulaşabilmesinde insan faaliyetlerinin yoğunlaştığı kentlerin önemle ele alınması da önemli bir diğer stratejidir.

Bunun en önemli aracı da Yerel İklim Değişikliği Eylem Planlarıdır. Bakanlığımın 2019-2023 Stratejik hedefl eri kapsamında yer alan 30 Büyükşehir Belediyesinde Yerel İklim Değişikliği Eylem Planlarının hazırlanması hedefi doğrultusunda mevzuat ve teknik kılavuz çalışmalarını sürdürüyoruz.

Bu teknik kılavuzlar sera gazı azaltımı ve bunun yanı sıra uyum eylemlerine ilişkin yerel yönetimlerimize yol haritası olacaktır. Ayrıca önümüzdeki süreçte İklim Kanunu’nu çıkaracak ve kurulacak olan İklim Değişikliği Araştırma Merkezimizle bilimsel araştırmalarımızı hızlandıracağız. İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında gerçekleştirilen tüm ulusal çalışmaların bir arada yer alacağı İklim Platformu ise bir diğer önemli çalışmamız.

Bu sayede beşeri ve ilmi gücümüzü etkin bir biçimde değerlendirebilecek ve iklim verilerine sistematik ve güvenilir bir biçimde erişilebileceğiz. Bütün bunları hem sera gazı azaltım hedefl erimiz için hem de iklim değişikliğine uyum sağlanması için oldukça önemli adımlar ve stratejiler olarak görmekteyiz.

Enerji dönüşümü önemli bir başlangıç olabilir

Yeşil dönüşüm aynı zamanda yeni teknolojilere yatırım, Ar-Ge, yeni iş fırsatları ve “rekabet gücü” anlamına geliyor. Bu süreçte Türkiye nasıl bir yol haritası belirlemeli? Öncelikli odak alanları neler olmalı?

Ekonomi ve sanayinin yeşil dönüşümünün; kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin tesis edilmesinin yanı sıra, ülkemizin AB başta olmak üzere, üçüncü ülkelere ihracatında rekabetçiliğinin korunması ve güçlendirilmesi için elzem görüldüğünü söylemek mümkündür. Bu alanda atılacak adımlar, aynı zamanda ülkemizin küresel değer zincirlerine entegrasyonunun geliştirilmesi ve uluslararası yatırımlardan alacağı payın artırılması bakımından da önem teşkil ediyor. Belirlenecek yol haritasının ve odak alanlarının AB başta olmak üzere diğer uluslararası ticaret ortakları ile olan öncelikleri bağlamında değerlendirilmesini yerinde buluyoruz. Bu kapsamda, enerji dönüşümü önemli bir başlangıç noktası olabilir. Dünya yeni bir enerji dönüşüm sürecine girdi. Fiyatları hızla düşen yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği itici güçleri sayesinde enerji sektörü hızla dönüşmekte. Küresel ekonominin merkezinde yer alması sebebiyle, enerji sektörü birçok paydaşı da içerisinde bulunduruyor.

Sanayi üretimi yüksek ülkelere destek gerekiyor

Biden’ın göreve gelmesiyle birlikte ABD, Paris Anlaşmasına geri döndü. ABD ve AB 2050, Çin ise 2060 için “sıfır emisyon” hedefi ilan etti. Bu ne derece mümkün bir hedeftir? Gelişmiş ülkelerin desteği olmadan gelişmekte olan ülkeler bu konuda yol alabilir mi?

Paris Anlaşması küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi dönemdeki seviyesine kıyasla 2 santigrat derecenin altında tutmak ve 1.5 santigrat derece ile sınırlamak için çaba gösterilmesini hedefliyor.

Ülkeler bu hedefe ulaşmak için uzun dönem iklim stratejilerini hazırlıyor ve buna göre de hedefl erini ortaya koyuyor. Ülkelerin uzun dönemli hedefl erine baktığımızda 2030, 2050, 2060 gibi farklı hedef yılları baz aldıklarını görüyoruz. Çin, ABD ve Avrupa Birliği bağlamında ise konu kritik bir öneme sahip, örneğin Çin günümüzde kendi başına küresel çapta yıllık emisyonların dörtte birinden sorumlu. ABD ise onu izleyen en büyük ikinci emisyon üreten ülke konumunda. Avrupa Birliği keza üst sıralarda yerini alıyor. Bu arada “sıfır emisyon” hiç sera gazı çıkmadığı anlamına gelmiyor, oluşan emisyonları çeşitli yutaklarla atmosferden aynı oranda çekerek ulaşılabilen bir durum. Yutakların tutabileceği kadar karbon salımı yapmak için, büyük dönüşümler ve teknolojik yenilikler gerektiren bir husus. Örneğin, Maldivler 2030, Fiji 2050 için sıfır emisyon hedefl erini açıkladı. Ekonomileri, bizim bacasız sanayi dediğimiz turizm odaklı olduğu için, bu ülkelerin nispeten zorlukları daha az. Ülkemiz gibi sanayi üretimi yüksek olan gelişmekte olan ülkeler açısından ise büyük desteklere ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği önümüzdeki 7 yıl için bütçesinin yüzde 25’ini düşük karbonlu ve iklime dayanıklı bir ekonomi için ayırmış durumda. Maliyetlerin büyüklükleri ortadayken, yeşil dönüşüm ve yeşil teknoloji için gerek ulusal gerek uluslararası fi nansman ihtiyacının karşılanması iklim değişikliğiyle mücadele hedefl erine ulaşılmasında elzemdir.

17 milyon ton atık döndü, 209 milyon ağaç kurtuldu

Türkiye, “Sıfır Atık Projesi” ile önemli bir hareket başlattı. Bu kapsamda atıkların geri kazanım oranının 2035’te yüzde 60’a çıkması hedefl eniyor. “Sıfır Atık Projesi”nin ekonomiye ve çevreye katkıları nasıl olacak? Kampanyanın başlamasından bu yana etkilerini görebildik mi?

Bakanlığımız, ülkemizde sürdürülebilir bir geri dönüşüm ekonomisi oluşturmak için 2017 yılında “Sıfır Atık Projesi”ni başlattı. Yüzde 13 mertebelerinde olan geri kazanım oranı yüzde 19’lara çıkarıldı.

Bu süreçte, yaklaşık 17 milyon ton değerlendirilebilir atık toplanarak 17 milyar TL’lik bir ekonomik kazanç sağlandı. 315 milyon kwh enerji tasarrufu sağlanmış oldu. 345 milyon metreküp su tasarruf edildi. 2.4 milyon ton sera gazı salımı önlendi. 209 milyon ağaç kurtarıldı. 50 milyon varil petrol ve 397 milyon ton hammadde tasarruf edildi.

Türkiye’de ‘emisyon ticaret sistemi’ kuralım

İhracatımızın yarısı AB ülkelerine gerçekleşiyor. AB’nin yeni büyüme modeli olarak hayata geçireceği “Yeşil Mutabakat”, her sektörde çok önemli bir dönüşümü beraberinde getirecek. Bu dönüşümün Türkiye’ye getireceği tehditler ve fırsatlar neler?

“Yeşil Mutabakat”, 2019 sonunda AB’nin yeni büyüme stratejisi olarak tanıtıldı. Çevresel bozulma, tarım, biyoçeşitlilik, iklim değişikliği ve dönüşümün finansmanı gibi pek çok konuda hedefl ere ve yaklaşımlara yer verildi. Yer verilen bir diğer konu ise sınırda karbon düzenlemeleriydi. Buna göre AB ithal ettiği ürünlerin içerdiği karbon yoğunluğuna göre bir vergi düzenlemesi tasarlamakta.

AB 2005 yılından beri emisyon ticaret sistemi ile içerde karbon fiyatlaması uyguluyor. Yani karbon AB’de fiyatlanıyor. Eğer AB Ortak Pazarı’na karbon fiyatlamasına maruz kalmamış bir ürün girecekse, AB’deki karbon maliyeti nispetinde bir vergi uygulanacaktır. Sonuçta, karbon fiyatlandırmasına tabi olmayan aktörlerin pazardaki avantajı önlenmiş, başka bir deyişle karbon kaçağı önlenmiş olacaktır.

Önümüzdeki haziran ayında uygulamanın belli başlı noktaları netleştirilecek, uygulamanın kendisi ise 2023’te hayata geçecek. Sürecin nasıl işletileceği ve dolayısıyla maliyetlerin ne olacağı şimdilik kesinleşmemiş olsa da pek çok ülkeye sağlanan maddi imkânların Türkiye’ye de standartlarını yükseltebilmesi için sağlanması gerekiyor.

Ülkemiz açısından konunun önemi çok barizdir, çünkü AB’ye olan ihracatımız 2020 yılında 69 milyar dolar gibi bir rakama ulaştı. Bu rakam, toplam ihracatımızın yüzde 41’ini oluşturuyor.

Sınırda karbon düzenlemesinin ülkemiz için bir risk teşkil ettiği doğrudur. Uygulama çifte karbon vergilendirmesini önleyecek şekilde işletileceği için ülkemizde kurulacak olan emisyon ticaret sistemi ile bu risk bertaraf edilebilecektir. Bu sistemle elde edilecek gelirin yeniden dağıtımı ile yeşil ekonomi kapasitemizi artırabiliriz.

Tedarikte 120 milyar dolarlık ‘iklim riski’ var

Büyük şirketler, dünyanın en büyük yatırımcıları yeşil dönüşüm için önemli taahhütler veriyor. Bu süreçte Türk iş dünyasında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk iş dünyası bu konuda daha etkili rol almalı mı?

Küresel boyutta ve artan sayıda fi rma ve yatırımcının “yeşil dönüşüm” yol haritalarını belirlediklerini görüyoruz. Bu girişimler arasında, Birleşmiş Milletler çatısı altında bugüne kadar 1397 fi rma ve 74 yatırımcının katılım sağladığı Sıfır Emisyon Yarışı ve 280 fi rmanın taraf olduğu RE100 (Yenilenebilir Enerji 100) yer alıyor. İş dünyası liderlerinin gündemine bakılırsa pandemi sonrasının belirleyici unsurları sadece dijitalleşme odaklı olmayacak. Neredeyse büyük ölçekli şirketlerimizin hepsi ve uluslararası iş yapan şirketlerimiz yeşil dönüşümü gündemine almış durumda.

Avrupa “Yeşil Mutabakatı” kapsamında sınırda karbon vergisi hammaddeden, üretime, tedarikçinin tedarikçisinden, lojistiğe kadar her aşamada AB ile ticaret yapan herkesi etkileyecek. Bu noktada Türk şirketleri için önemli fırsatlar var. Lojistikte karbon girdisi önemli bir kalem ve bu noktada Türkiye’nin coğrafi yakınlığı büyük bir avantaj. Dünyadaki tedarik zinciri mimarisi yeniden şekilleniyor. Bu kapsamda da Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar var.

Mesela dünyada şirketlerin önümüzdeki 5 yıl içinde tedarik zincirlerine bağlı olarak karşılaşacakları iklim riskleri 120 milyar dolara tekabül ediyor. Şirketlerin tedarik zinciri emisyonları, operasyonel emisyonlarının ortalama 11.4 katına denk geliyor.

Tedarikçiler emisyon azaltım faaliyetleri sayesinde emisyonlarında 619 milyon C02’lik bir azalmaya gittiklerinde 33.7 milyar dolar tasarruf ediyorlar. Sonuç olarak, ekonomik büyümeyi iklim gündemini göz önünde tutarak gerçekleştirmenin ve bu doğrultuda, iklim değişikliğini sınırlandıran bir senaryo ile uyumlu ekonomik modeller geliştirmenin ekonomi ve ticaret politikalarının merkezinde yer alması gerektiğine inanıyoruz. Türk iş dünyasının ülkemizde gerçekleştirdiklerini ve önümüzdeki sürece ilişkin planlamalarını da çok kıymetli buluyoruz.

Kamu kurumları olarak iş dünyasına destek sağlamaya, doğru yönlendirmelere, gerekli mevzuat çalışmalarını yapmaya bu dönüşüme hız vermeye devam edeceğiz.

Hedefimiz adil konum

Türkiye, Paris Anlaşmasına imza koymayan 6 ülkeden biri. Paris Anlaşması konusunda nasıl bir yol haritası izlenecek? Anlaşmaya imza koymama konusunda gerekçelerimiz neler? Anlaşmada itiraz ettiğimiz noktalar var m?

Anlaşmaya dair temel itirazımız ve sürdürdüğümüz müzakerelerdeki temel gerekçemiz; ülkemizin hakkaniyetli bir konumda yer alması talebimizdir.

Konunun ülke çıkarımızı aşan ve küresel çıkarı ifade eden boyutu ise, Türkiye’nin iklim değişikliği mücadelesinde potansiyeli yüksek bir ülke olmasıyla ilgilidir. Türkiye’nin samimi hedefi , iklim eylemine daha fazla katkıda bulunabilmek için Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında adil bir konuma ulaşmaktır.

Enerji dönüşümü ‘Türkiye Modeli’ olarak pazarlanabilir

Düşük karbon ekonomisine geçişte devlet politikaları, düzenlemeler de belirleyici rol üstleniyor. Bu dönüşümün tüm tedarik zincirine yayılmasında iş dünyası-kamu işbirliklerinin önemi nedir?

Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgemizde tanımlanan, iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarına entegre etmiş, enerji verimliliğini yaygınlaştırmış, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırmış; iklim değişikliğiyle mücadeleye özel şartları ve kalkınma öncelikleri çerçevesinde aktif katılım sağlayan, yüksek yaşam kalitesiyle refahı tüm vatandaşlarına düşük karbon yoğunluğu ile sunabilen bir ülke olma ulusal vizyonu esasen kamu-iş dünyası işbirliği ile başarılabilecek bir hedef olarak karşımıza çıkıyor.

Gelinen noktada iki önemli husus bulunuyor:

Birincisi kamunun uluslararası süreçleri yakından takip edip gerekli adımları atması ve sektöre doğru sinyalleri vermesi, İkincisi ise özel sektörün de aynı şekilde gelişmeleri yakından takip edip hızla dönüşmesi.

Bu dönüşüm zinciri içinde yer alan ve tüm sanayi kolları ile doğrudan ilgilenen özel sektör paydaşlarının yanı sıra, bu sanayi kollarının tüketicisi konumundaki ticari ve endüstriyel işletmeler, fi nansman sağlayan kurum ve fonlar, teknoloji ve yenilikçilik üzerine çalışan girişimciler de düşük karbon ekonomisi içinde rol aldığı takdirde bütünsel bir başarıya ulaşmak mümkün olabilecek. Mesela başarılı bir Türkiye enerji dönüşümü modeli yurtdışına da pazarlanabilir ve Türkiye özel sektör paydaşlarının küresel anlamda kendi alanlarında lider rollere bürünmesine olanak sağlanabilir. Sonuç olarak, kamu ve iş dünyası arasında sağlanacak sinerji daha fazla iş fırsatını, ekonomik büyümeyi, üretim artışını kısaca birçok avantajı da beraberinde getirecektir.

Kaynak: https://www.iha.com.tr/haber-ham-madde-sorunu-kagit-sektorunu-darbogaza-sokabilir-927836/