Kutay ERTUL – AGED Endüstriyel ve Dış İlişkiler Müdürü
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gereklidir. Belirlilik ilkesi sayesinde, birey veya kurum kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Sağlıklı bir sosyal yaşam için devlet (dolayısıyla devletin koyduğu kurallar) net ve anlaşılır olmalı, yoruma açık olmamalıdır.
Ülkemizde hukuki ve pratik anlamda düzenlenmesi en zor alanlardan birisinin, ambalaj atıklarının toplanması konusu olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Bunun ana nedeni söz konusu alanda birçok paydaşın aynı anda bulunmasıdır. Bu konu; vatandaşı, sokak toplayıcısını, ardiyeleri, toplama-ayırma firmalarını, geri dönüşüm firmalarını, çöp toplama firmalarını, belediyeleri, alışveriş merkezlerini, marketleri, piyasaya sürenleri (PS), sanayi işletmelerini, ambalaj üreticilerini ve bakanlığı direkt olarak ilgilendirmektedir. Bu tarafları tek tek yazdım ki, ne kadar çok paydaşın bu sektörde etkin olduğu açık şekilde görülsün. Bunların yanında tabi ki bu konudan dolaylı olarak etkilenen taraflar da mevcuttur.
İşte bu düzenlenmesi en zor alanlardan olan ambalaj atıklarının toplanması konusunu, 2004 yılından beri, Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ile çözmeye çalışıyoruz. Ancak belirlilik ilkesi bizim yönetmeliğimizde maalesef eksik. Bunun nedeni de bütün paydaşların soruna kendi açısından bakması, çözüm istiyormuş görünüp, aslında kendine zarar gelmeyecek şekilde sektörün şekillenmesini istemesidir. Bütün paydaşlar bu şekilde, kendi faydalarına olacak doğrultuda lobi yapmaktadır ve güçleri oranında baskı yaratmaya çalışmaktadır. Bu noktada devlet etkide kalmadan, en doğru ve en objektif yönetmeliği ortaya koyamamakta, bu baskılardan etkilenmektedir. Sonuç olarak, hiçbir tarafın canını yakmayacak, tepki almayacak bir yönetmelik ortaya çıkmakta ve 12 yıldır aynı sorunlarla boğuşulmaktadır.
Peki bahsettiğimiz sorunlar neler? Öncelikle, ambalaj atıklarının toplanması için AYRILMASI gerekmekte. Bu ayırmayı kim yapacak? Kaynağında ayrı toplama prensibini kabul ettiğimize göre, bu görev hane halkına düşmektedir. Ancak yönetmelikte, hane halkı “ambalaj atığı üreticisi” tanımı içerisine sıkıştırılmış ve ambalaj atıklarını ayrı biriktirip belediyenin sistemine vermekle yükümlü kılınmıştır. Ancak hane halkının, diğer atık üreticilerinden ayrılarak yükümlülüklerinin net bir şekilde belirtilmesi, hatta yaptırımların da bu yönetmelikte çok açık bir şekilde anlatılması gerekmektedir. Çünkü asıl kayıp, evlerden çıkıp çöp konteynerlerine giden ambalaj atıklarıdır. Bu konuda herkes hemfikir olmakla beraber, vatandaşa yükümlülük vermek konusundaki isteksizlik net bir şekilde görülmektedir.
Ambalaj atıklarının toplanması işi, yönetmelikte ilçe belediyelerin sorumluluğuna verilmiştir. Burada belediyeler, bir toplama-ayırma firması ile anlaşıp, işi tamamen bu firmaya bırakmakta, toplama işinde aktif olarak rol almamaktadır. Toplama firmaları da, ticari işletmeler olduğundan, en az maliyetle en çok malzeme toplama hedefine sahiptir. Bazı belediyeler bu konuda sözleşme yaptıkları firmaları teşvik etseler bile, çoğunluk bu konuda yetersiz kalmaktadır. Sonuç olarak ortaya göstermelik bir ambalaj atığı toplama operasyonu çıkmaktadır.
Belediyeler yönetmelikle kendilerine verilen yükümlülükleri aslında kendi görevleri olarak görmemektedir. Çünkü belediyeler, görevlerinin Belediye Kanunu’nda tanımlandığını, burada geri kazanımın bir görev olarak tanımlanmadığını öne sürmektedir. Alınan Çevre Temizlik Vergisinin, sadece çöp toplama işi için alındığını düşünmektedirler. Ancak bu düşünce yanlış bir düşüncedir. Çevre temizlik vergisi evsel katı atıkların toplanması içindir ve ambalaj atıkları da evsel katı atıktır. Ambalaj atığı toplandığı zaman, evden çıkan toplam atık miktarı değişmemekte ancak çöp miktarı azalmaktadır.
Burada çöp toplama firmalarının belediyeler ile olan ilişkileri ön plana çıkıyor. Çöp toplama firmaları, topladıkları çöp miktarı doğrultusunda, belediyelerden ton başına ortalama 70-80 TL ödeme almaktadır. Buradan hareketle, ilçeden toplanan her 1 ton ambalaj atığı, belediye kasasına 70-80 TL olarak girecektir. Yani gelen ÇTV eğer katı atık toplama işi içinse, kalan miktar ambalaj atığı toplama işine aktarılmalıdır. En azından belediyeler, her sokağa çöp toplama konteyneri koymak için bütçe ayırdığı gibi, ambalaj atığı toplama ekipmanları için de bütçe ayırmalıdır. Burada elbette PS’lerin yükümlülükleri vardır, sisteme en yüksek katkıyı sağlamalıdır, o konuya da değineceğim. Ancak ambalaj atıkları konusu sadece ticari işletmelerin insafına bırakılabilecek bir konu değildir, belediyeler de ellerindeki imkanları kullanarak sistemi sürekli hale getirmelidir. İlgili yönetmelikte bu konuda da netlik bulunmamakta, genel ifadeler ile belediyelere görev tanımlanmaktadır.
Gelelim PS destekleri konusuna. Yıllardır desteklerin az olduğuna dair şikayetlerin dile getirildiğini, ama bir şekilde, az da olsa bu desteklerle PS’lerin yükümlülüklerini yerine getirdiklerini görebiliriz. Çünkü PS yükümlülüklerinin gerçekleştirilmesi serbest piyasa koşullarına bırakılmıştır. Bu nedenle toplama-ayırma firmaları desteği hiç alamamaktansa, az da olsa almak adına düşük ücretlerle belgelendirme hizmeti vermektedir.
Burada yetkilendirilmiş kuruluşların yapısına değinmek gerekir. Yetkilendirilmiş kuruluşlar PS’ler, yani üretici firmalar tarafından kurulmaktadır. Üretim yapan ve ambalajlı ürün satan firmalar, sattıkları ürünün ambalajının belli bir bölümünü (2017 yılı için %54) geri toplatmak zorundadır. Bu firmalar bu işi tek tek yapmaktansa, bir araya gelerek bir yapı oluşturmakta ve toplu halde yükümlülüklerini bu yapı üzerinden yerine getirmektedir. Bu noktada doğal olarak, söz konusu üretici firmalar ticari işletmeler olduklarından, yükümlülüklerini en az maliyetle yerine getirmek istemektedirler. Burada şaşılacak bir durum söz konusu değildir. Bazı yetkilendirilmiş kuruluşlarda, personelin performans değerlendirmelerinde, ne kadar AZ ayni destek (kumbara, konteyner, poşet, iç mekan kutusu v.b.) verirse o kadar yüksek puan (dolayısıyla zam) aldığı görülmektedir.
Bu yapının adı “kâr amacı gütmeyen kuruluş” olarak geçmektedir. Bu yanıltıcı bir tanımlamadır. Yetkilendirilmiş kuruluşlar, üyelerinin ticari işletmeler olması nedeniyle kâr amacı gütmekte, hatta her yıl kâr etmektedir. Bununla birlikte, söz konusu kârın üyelere dağıtılması yasaktır. Ettiği kârı işletme gideri olarak istediği gibi kullanabilmektedir. İsterse çalışanlarına 3-5 maaş ikramiye verebilmekte, isterse gayr-ı menkul satın alabilmektedir. Bunun için yetkilendirilmiş kuruluşları suçlamak doğru değildir, sistemin izin verdiği ve toplama-ayırma firmalarının düşük ücretle belgelendirme yapmaya devam ettiği sürece yetkilendirilmiş kuruluşlar böyle davranacaktır.
Yetkilendirilmiş kuruluşlar sivil toplum örgütü veya yardımlaşma derneği değil, ticari işletmelerdir.
Bunun değişmesi isteniyorsa, ya laboratuvar hizmetlerinde olduğu gibi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından her yıl “ASGARİ FİYAT TARİFESİ” yayınlanmalı, ya da yetkilendirilmiş kuruluşlar, devletin de dahil olduğu veya koordine ettiği (sadece PS veya sadece toplama-ayırma firmalarından oluşmayan) tarafsız bir kuruluş haline getirilmelidir. Mesela yetkilendirilmiş kuruluşların üzerinde çatı bir kuruluş olarak bir Çevre Ajansı kurularak, bu hizmeti tarafsız olarak vermesi sağlanabilir.
Son olarak, PS’lerin denetimi ve kontrol altına alınması konusundaki eksikliklerden bahsedeceğim. Son dönemde etkin olarak çaba gösterilmesi sonucu sisteme giren PS sayısı artsa da, maalesef hala birtakım eksiklikler mevcuttur. Bakanlık personelinin iyi niyetli çalışmaları bir yere kadar etkili olabilmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluğunda sadece ambalaj atıkları bulunmamaktadır. Yaklaşık 60 adet yönetmelik konusunu baştan aşağıya kontrol etmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle ne Bakanlık’ta, ne de İl Çevre Müdürlükleri’nde çalışan az sayıda personel denetim mekanizmasını tam anlamıyla işletememektedir. Denetim konusu ambalaj atıklarında çok önemli bir yer tutmaktadır, çünkü hem firma sayısı hem de veri yoğunluğu çok fazladır. Burada firmaların sisteme dahil edilmesi bir problem olmakla birlikte, sisteme dahil olduktan sonra bildirim yapıp yapmadığı, bildirim yapıp belgelendirme yapmayan firmaların takibi her yıl düzenli olarak yapılmalıdır. Sadece kod ve şifre alıp yükümlülüğünü yerine getirmeyen birçok PS mevcuttur.
Söz ettiğim sorunlardan dolayı, üretici firmalar arasında haksız rekabet ortaya çıkabilmektedir. Örneğin; aynı sektörde faaliyet gösteren A firması yükümlülüğünü yerine getirmek için yıllık 200.000 TL öderken, aynı sektördeki B firması sisteme kayıt olmayarak bu ödemeden kaçınmakta ve piyasada haksız bir avantaj elde etmektedir. Bunun yanında, hatalı veya eksik bildirim yapan firmalar da çok etkin bir biçimde denetlenememektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı sisteme aktarılan kaynakta kayıplar ortaya çıkmaktadır. Yukarıda adı geçen Çevre Ajansı’nın kurulması, bu konuda da çözüme destek olabilir. Söylediğim gibi denetim çok önemli ve zor bir ayak olarak gözükmekte, dolayısıyla direkt konsantrasyon gerektirmektedir. Çevre Ajansı veya dışarıdan hizmet yoluyla alınabilecek bir çalışma ile denetim ayağı çözülebilirse, sisteme aktarılan kaynaklarda ciddi artışlar olabilir.
Sonuç olarak, ambalaj atıklarının toplanması konusunda yaşanan sorunların çözülmesi için, öncelikle şu noktalara odaklanılması, ve bu noktaların, yazımın başında belirttiğim belirlilik ilkesi doğrultusunda netleştirilmesi gerekmektedir;
vatandaşa sorumluluk verilmesi,
belediyelerin bu işi “gerçek anlamda” sahiplenmesinin sağlanması,
yükümlülük yerine getirme ücretlerinin sadece PS ve toplama firmalarının inisiyatifinden çıkarılması,
yetkilendirilmiş kuruluş yapısının yeniden gözden geçirilmesi ve
etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulması.
Bu konularda kararlı adımlar atılabilirse gerçekten etkin bir sistem oluşturmak mümkün olabilecektir.